Yazının başlığına bakanlar bir siyasi yazı düşüncesine kapılacaktır, ama öyle değil. Birçok şeyin, siyasetin çok üstünde ve ötesinde olduğuna inanıyorum. “Destan” dizisini hatırlar mısınız bilmem, Alpagu Han, engelli olan ve anasının öldürülmesine şahit olan, o günden sonra hiç konuşmayan Batuga’nın aslında konuştuğunu öğrenince bir tepkisi vardı. Şöyle demişti, “Oğlumun sesini duymak için tam 15 bahar bekledim”.
Biz, Türk milleti olarak milli kültüre yani köklere dönmek için kaç bahar bekledik hesap etmedim. Aslında bizim yaramız büyük ve ne yazık ki, bu yaranın varlığını dahi unutmak üzereyiz. İşte bunun için Erdoğan – Bahçeli ikilisinin Türk kültürüne dair vurguları, çabalarını çok önemsiyorum.
Milli Şef İsmet İnönü dönemi, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel çevirisidir Yunan Mitolojisi. Küçük kitapçıklar halinde sanırım 7-8 tanesini okumuştum. Zeus falan, yani Tanrılar savaşı, Yunan mitinin üzerimize boca edilmeye başlaması. Cumhuriyetin çok baharı, kendisini (maskelerin ardındaki barbar) BATI’ya kendimizi kabul ettirme çabasıyla gelip geçti.
Hatta Turgut Özal’ın bu politikayı desteklemek, yani Batılıları “biz aslında sizdeniz, köklerimiz de Doğu veya Türkistan değil, Helen’dir” kitap yazdırdığını biliyoruz.
Batı’nın bizi “ehlileştirme politikası adıyla kendimiz olmaktan çıkmamızın her zeminini gönüllü olarak kabullendik, ama BATI bizi asla kendinden görmedi. AB’nin kapısında bekleyişimiz 60 yılı geçti. Şükür bugün o kapıda bekleme yapmıyoruz. Haddizatında o kapıda kalmadı.
İşte bu yüzden Recep Tayyip Erdoğan’ın ve dahi Dr. Devlet Bahçeli’nin siyasetini çok önemsiyorum. Bakın bu duygularım sebepsiz değil ve siyasette içermiyor.
Erdoğan, İstiklal Marşı’nın kabul edilişinin yıl döneminde şunları söylüyordu; “Bize binlerce yıl öncesinden işaret gönderen kadim atalardan Selçuklu'ya ve Osmanlı'ya kadar bu topraklardaki bize ait tüm izleri yok sayıp, kendilerine başka kökler arayanların safsataları artık müşteri bulmuyor.
Artık hiç kimse bu ülkede karanlığı 'aydınlık' diye pazarlayamayacak, bu millete cehaleti 'erdem' diye dayatamayacak. Artık hiç kimse bu ülkeye, bu millete kaybettiğini yanlış yerde aratamayacak. Ataların 'yitik kaybedildiği yerde aranır' sözüne kulak vererek, yönümüzü kendi köklerimize döndük.
Gerçekten de düşe kalka yürüttüğümüz bu mücadelede ümidi asla elden bırakmayacağız. Gerekirse dizlerimizdeki son dermanı da kullanarak, bu kutlu bayrağı dünyanın burcuna dikeceğiz."
Şayet bu sözler sizi heyecanlandırmıyorsa ciddi sorunumuz var demektir.
Yeniden altını çizmek istiyorum ki, bu bir siyaset ve siyasi analiz ve değerlendirme değildir. Türk kültürünün, yani kadim geçmişimizin izinde geleceği inşa edecek isek, bu söylem çok önemli kilometre taşlarıdır.
Erdoğan’ın 12 Mart günü irat ettiği bu nutkunun son 20 yıllık iktidar döneminde ciddi izleri de mevcuttur.
Ve bu söylem siyasi bir nutuktan çok ötedir.
Bunun için Cumartesi günü miting alanına giderek, Erdoğan’ı dinleyeceğim.
Ben çok önemsiyorum.