Erdoğan iktidarı, 2020 yılından itibaren pandemi sürecinde vatandaşın yaşamını kolaylaştırmak, bozulan ekonomik dengelerin zarar vermesini önlemek adına akaryakıt, gıda, beyaz eşya, elektronik eşya, mobilya gibi birçok sektörde KDV ve ÖTV indirimlerine gitti. Akaryakıt üzerinden alınan ÖTV, geçmiş yıllara göre büyük oranda düşürüldü, hatta bir ara sıfırlandı.
Dünyayı derin etki altına alan Kovit19 salgını Türkiye’yi de derinden etkiledi. Salgın için hastaneler, ilaç, serum başta olmak üzere her türlü tedavi tüm kesimler için ücretsiz yapıldı. Bütün sektörlerde makinalar durdu, hammadde ve mamul zinciri kırıldı. Suriye ve Irak sorunu, Libya, Ukrayna – Rusya savaşı tuzu biberi odu. İktidar, salgın döneminde işçi, işveren, küçük esnafı maddi olarak destekledi. Bu desteklere karşılık işçi çıkarılmasını engelledi. Aynı dönemde istihdamın artırılması için politikaları uygulamaya soktu.
Kabul edilmelidir ki, bu süreç ekonomiye yani devlete ağır yükler getirdi. Seçim üzeri siyasilerin her kesime bol keseden vaatleri iktidarın bazı noktalarda çizgilerin aşılması noktasında isteksizde olsa kesenin ağzını açmasına yol açtı.
Memur ve işçiye yüksek zam, asgari ücret, EYT’nin hayata geçmesi hazinenin yükünü artırdı. Nihayetinde Temmuz itibariyle alınmayan, düşürülen ÖTV, KDV eski oranına veya üzerine çıktı. Harçlarda bir o kadar artırıldı.
Depremin getirmiş olduğu yüklerde hesaplanarak ÖTV ve KDV artışları ile gelen zamlar çeşitli tepkilerin yanı sıra değişik önerilere de konu oldu. Özellikle sosyal medyada tepkilerin dışında gurbetçilerden ülkeye girişte 1000 Avro alınması, son yıllarda büyük karlar elde eden şirketlerin oluşan maliyeti sırtlaması gibi konular tartışıldı.
Altını çizelim ki, Türkiye’de 2020 itibariyle şirketler ve bankaların tamamına yakını yüzde 200 ile yüzde 500 arası karlar açıkladılar. 2021, 2022 ve 2023’ün ilk çeyreğinde açıklanan karlar, aslında yüksek fiyatların önemli bir kısmının asgari ücret artışından ziyade şirket karlılığı nedeniyle oluştuğunun önemli bir kanıtı.
Hal böyleyken başta TUSİAD olmak üzere ülkenin büyük holdingleri, şirketleri oluşan yükün bir kısmını üstlenebilir mi? Bütün yükün çalışan ve düşük gelirli kesime yansıması noktasında vicdani sorumluluk alırlar mı? Veya sosyal medyada tartışıldığı üzere iktidar, bu yükün bir bölümünü bu kesimden tahsil için uygulamaya gider mi?
Geçmişte bu durum bir defa yaşanmış. Yakın tarihimize “varlık vergisi” olarak giren uygulama 1942 yılında hayata geçmiş ve bir defaya mahsus uygulanmış.
Varlık Vergisi savaşın getirdiği olağanüstü koşulları fırsat bilip, vurgun ve karaborsa gibi haksız kazanç sağlayan kişilerden, elde ettikleri gelirin önemli bir kısmının devletçe geri alınmasını amaçlayan bir düzenleme olarak bakan çok.
Bazı kesimler ise 1) Savaş yüzünden fiyatların yükselmesi, memur adedi ve maaşlarının arttırılması, yeni devlete para gereği, 2) Bütçe açığını kapatmak için başvurulan emisyonun yarattığı enflasyon. Bu paranın piyasadan çekilmesi gereği. 3) Karaborsacıların artması, 1939’da stoku olanların zenginleyip savaş içinde yüzlerce milyonerin doğması.
Gerekçeler yeteri kadar ikna edici görülüyor değil mi?