Avrupa Birliği, Türkiye başlıklı raporunu açıklamasının ardından gerek iktidar yetkililerinden, gerekse kamuoyu tarafından ağır tepkiler verildi. Dışişleri Bakanlığı raporu yok hükmünde sayarak önyargılı ve haksız itham olduğunu belirtti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise en üst perdeden “gerekirse AB ile yollarımızı ayırabiliriz,” dedi.
Batılı ülkeler menfaatlerine uygun düşerse İran ile dahi hiç çekinmeden görüşürler. Çıkarlarına ters gelen bir durumda ise kim olursa olsun elden çıkarmaktan geri durmazlar. Bu amaçla kadın, çocuk, ölüm fark etmeksizin her şeyi yapabilecek kapasiteye sahipler.
Bu gerçekler ışığında AB’nin 64 yıl bekletmesine, Gümrük Birliğini dayatmasına, ekonomik yardım kozuna karşı “bizi hiç ilgilendirmiyor” diyebilmeyi ne çok isterdik. Ama işte diyemiyorsunuz, diyemezsiniz. Siz bakmayın siyasilerin “ipleri koparalım veya koparırız söylemlerine.” Ülkemizin hem ithalatının hem de ihracatının yüzde 40’ını AB ülkeleri ile yapmamızdan yola çıkarak kopmamız mümkün değil.
Günün birinde sosyal medyadan özetle “AB’ye ihtiyacımız var,” diye bir paylaşım yapmıştım. Yorum yapanların tamamına yakını “ihtiyacımız yok, biz bize yeteriz, Hristiyan topluluğundan bize fayda gelmez” gibi yorumlar yapılmıştı(!) Yorum yapanların içinde tanıdıklarım da vardı. Bu yorumları yapanlar, kullandıkları telefonun iPhone, bindikleri araçların Alman menşeli olduğunu çok iyi biliyorlar! Siyasiler keza öyle. Günümüzde Volkswagen, fiyatına rağmen en çok tutulan ve prim yapan araçların başında geliyor. Dolayısıyla Batıdan kopmak isteniyorsa söylemlerle değil somut eylemlerle destek vermek gerekiyor.
Bunun yanında ister kapitalist, ister emperyalist olarak adlandırın dış ülkelere karşı pek demokrat olmasalar da kendi içlerinde demokrasi, insan hakları, adalet zincirleri çok sağlamdır ve gelişmiş ülke olmalarının en önemli nedeni budur. Hesap verilebilirlik kim olursa olsun ayırt etmeksizin tüm vatandaşlara işlemektedir.
Son olarak ekonomi kurmayları, yabancı sermayenin ülkemize gelmesi için ülke ülke gezinti yapıyor. Biz bize yetiyorsak ya da Avrupa ile yollarımızı ayırmayı düşünüyorsak bu gezintilerin amacı nedir? Bu nedenle ülkemizin her alanda yakın ikili ilişki kurduğu AB ülkeleridir. Çifte standartlara maruz kalsak da yıllarca bizi oyalasalar da ipleri koparmak derecesinde germek zarardan başka bir şey getirmez.
Göçmenlerle Gelen Kutuplaşma
Zamanında savaştan kaçan, ölümle kucak kucağa yaşayan başta çocuk, kadın, yaşlı olmak üzere tüm göçmenlerin ülkemizde barınmasına destek verdik. Sorun çıkaranlarında karşısında durduk.
Ancak bu günlerde taşı sıksa suyunu çıkaracak Afganistan, Pakistan, Suriye uyruklu gençlerin ülkemize akın akın yerleşmesi pek çok vatandaş gibi bizleri de rahatsız eder hale geldi. Hırsız mı, ipsiz mi, terörist mi oldukları belli olmayan 20 ila 30 yaşlarında ki düzensiz (kaçak) göçmenlerin güvenliği ve huzuru tehlikeye sokacak sayıya çıkmalarına artık önlem alınmalıdır...
Öyle meşakkatli dönemdeyiz ki, sosyal medya paylaşımlarında “Suriyeli tarafından bıçaklandı, tecavüz edildi, hırsızlık yapıldı,” iddialarına karşı, “hayır onlar Suriyeli değil, Türkler” paylaşımı yapılarak savunmaya geçenlerin olduğunu görüyoruz. Yani Suriyelilerin değil de Türklerin suça karışması memnuniyet yaratıyormuş gibi paylaşımlar yapılıyor. Kimin suçlu, kimin suçsuz olduğunu biz bilemeyiz. Sadece bu kargaşa ve kutuplaşmanın sonunun nereye varacağı, ayrıca asker görünümlü gençlerden daha ne kadar geleceğinin artık merak uyandırdığı ve sorgulanır olduğunu belirtmek isterim.
Bu sorunu ranta, iç kargaşaya çevirenler de var. Ancak onlara bu sermayeyi veren yetkililerin göç politikalarını yeniden gözden geçirmeleri ve mülteci, göçmen, sığınmacı, kaçak göçmen, geçici sığınmacıların gelecek yıllarda hafife alınmayacak sorunlar oluşturacağını belirtmek isterim.
Öz Yurdunda Hapissin, Öz Vatanında Parya!
Büyüklerimiz 2000’li yılların sonlarına kadar Erzurum’dan tatile çıktıkları ve Mersin sahilinden başlayıp Balıkesir sahillerine kadar her 10 kilometrede bir denize sıfır sahillerde mola verdiklerini, hatta denize girdikten sonra yollarına devam ettiklerini anlatırlardı. Bizlerde 20’li yaşlarda tatile gittiğimizde 10 kilometre kadar olmasa da arada bir serbest bölgelerde denize girme imkanımız oluyordu.
Günümüzde ise güzelim bölgeleri gezdiğinizde nereye varsanız özel mülk veya işletme alanı olarak içeri alınmıyorsunuz. Sahil bölgelerinin tamamına yakının özelleştirildiğini, parasız denize girmenin neredeyse imkansız hale geldiğini gözlemliyor, duyumlar alıyoruz.
Yani cennet vatanın güzelliklerinden faydalanma hakkından yoksullar mahrum bırakıldı. Oysaki bu topraklar zengin yoksul ayırt etmeden şehit kanlarıyla sulanmıştı. Hayatında bir kez Akdeniz’in, Ege’nin güzelliklerini görmeyen vatandaşların nedeni insanları sosyal hayatlarından alı koyup makineleştiren kapitalist sistemdir.
Tabi ki her vatandaşın yaşamı, geçimi, hayat tarzı aynı olmayacaktır. Ancak üç tarafı denizlerle çevrili, her mevsimin yaşandığı, 85 milyona yetecek gelirin olduğu ülkemizde hala hayatı boyunca ayaklarını denize sokamayanların olduğunu görmek, kapitalist sisteme ayak uyduran yöneticilerin ayıbıdır!