İki gün önce, vefatının 86’ncı yıldönümünde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzü andık. Yine türlü tartışmalarla, farklı görüş ve yaklaşımların ışığında veya gölgesinde...
Ve fakat neye göre?
Hangi bilgiler veya dayanaklar eşliğinde övdük ya da eleştirdik onu?
Bu bağlamda dikkate değer birkaç ayrıntıyı size anımsatmadan önce; kazandığı büyük zaferlere karşın ahir ömründe doğduğu topraklara veda etmenin ve bir daha hiç kavuşamamanın hüznüyle yüreği yanıp kavrulmuş Sarı Zeybek’imizi rahmet dualarımızla yad edelim.
Elbette o da bir kuldu; Allah taksiratını affetsin, mekânı cennet olsun.
★★
Atatürk'ün Türk milletine ve Türk yurduna sevdasını; sanatçılar romanlarla, şiirlerle, resimlerle, danslarla, oratoryolarla anlattılar bugüne dek. Bilim insanları araştırmalarıyla, makaleleriyle, tezleriyle ve yine kitaplar dolusu söz ettiler ondan.
Ama onun yurduna ve insanına, milletine sevgisi, aşkı ve sadakati, yazılanların ve anlatılanların çok üzerindedir. Ziya Paşa (1825-1880) ‘Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde’ diyordu, değil mi? Öyleyse kısır siyasi tartışmaların dışında Türk’ün büyük Başbuğu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün işlerine, ürünlerine, aklının ve şahsiyetinin yüksek mertebesine bakalım ve kendisini o gerçeklik ölçeğine sığdırmaya çalışalım:
Kurtuluş Savaşının muzaffer komutanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk;
· 2100 sene sonra Mete'yi,
· 1500 sene sonra Atilla'yı,
· 1150 sene sonra Bilge Kağan'ı,
· 1000 sene sonra Alparslan'ı hatırladı ve bu büyük değerleri unutmuş ulusuna hem kendi öz değerlerini hem de potansiyellerini hatırlattı.
Bu hafıza rönesansına ‘Ata’nın, Samsun’a çıkışı sonrasında ikinci en değerli adım’ diyebilir miyiz?
Deriz tabii, neden olmasın?
Çünkü Ata’nın ikinci büyük adımı, aynı zamanda çok değerli bir simgeydi, bir girizgâhtı. Bir millete açık biçimde ‘Sen varsın, hep de vardın; bu yolda gururla ve cesaretle yürü!’ hatırlatmasıydı!
Bir düşünün; kendilerinin harf devrimiyle milletin belleğini sildiğini öne sürenler, aslında nasıl bir yanılgı içerisindedirler.
★★
O muazzam cesaret yüklü ikinci ilk adımın (milli hafıza rönesansının) yürüyüş yoluna sağlam bir bilinç duvarı ve varış noktasına yıkılmaz bir kale inşa ederken de neler yaptı, hatırlayalım isterseniz:
· Bastırdığı kâğıt paranın üzerine bozkurt koydu.
· Yakın arkadaşlarına Bozok, Bozkurt gibi soy isimler koydu.
· Manevi kızına Ülkü adını verdi.
· Türkçülüğün fikir babalarından Yusuf Akçura’yı (1876-1935) İstanbul'u teslim almakla -bir çeşit yeni fetihle- görevlendirdi. Bu, rastlantı veya gelişigüzel alınmış bir karar değildi.
· Türk Tarih Kurumu’nu ve Türk Dil Kurumu'nu kurdu.
· Göktürklerden ve Mısır Memlüklerinin kurduğu Ed-Devletü’t-Türkiye’den asırlar sonra yeniden Türk adını vererek Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu.
· İbrahim Çallı'ya ‘Ergenekon’dan Çıkış’ tablosunu yaptırdı.
· Birçok akademik çalışmanın dayanağı olacak ‘Türk Tarih Tezini’ hazırlattı.
· Anadolu’da kazı çalışmaları yaptırıp, Türklüğün izlerini buldurdu.
· Ata’nın birçok yerde kullandırdığı Göktürk simgesi dişi kurt başı, 1941 yılında kurulan Petrol Ofisi’nin de Ata’ya hürmetini gösterecek biçimde kurum logosunda yer aldı.
· Her konuşmasında Türklük vurgusu yaptı; ancak bununla birlikte Türklüğü bir ırka indirgemektense Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının eşit üst kimliği olarak kabul etti.
· Anadolu'nun 7 bin yıldır Türk Beşiği olduğunu vurguladı.
· Türklüğün ebedî olduğunu haykırdı.
· ‘Türk'ü Türk yönetmelidir!’ dedi.
· Türk kültürünü, sanattan bilime, mutfaktan folklöre, eğitimden siyasete yaşamın her alanında hâkim kılmak için öncü çalışmalar yaptı.
· Anadolu'da unutulmuş, sinmiş, hor görülmüş Türklüğü şahlandırdı.
· ‘Bir Türk Dünyaya bedeldir’ dedi ve özsaygısı incinmiş, yüzyıllarca adı kendi yurdunda küçümsenerek anılmış bir ulusa iade-yi itibar yaptı.
Ve en son tevazu içinde ‘Benden bu kadar’ dedi...
Türk tarihine ‘Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur’ vecizesini nakşederek ve ‘Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır’ sözüyle bir özgüven vasiyetinde bulunarak hem ulusumuza unutturulmuş Türklüğü en etkileyici biçimde ve ebediyen hatırlattı hem de bütün serüveni kendi adına, saltanatına, soyuna sopuna indirgemekten kaçındı; öyle düşünebilecek bütün varislerini henüz yaşarken öylesi bir hatadan men etti.
Keza; Ata’nın mirası tıpkı aile bağlarında olduğu gibi herhangi bir siyasi partiye, örgüte, derneğe, takıma, ‘Atatürkçülüğün bizzat kendisi dışındaki herhangi bir siyasi fraksiyona veya bankaya da indirgenmeyecek kadar âli ve millidir; onu samimiyetle sahiplenen herkese ait bir ‘şuur, idrak ve farkındalıktır Atatürk’ün mirası’.
O daha yaşarken ulusunun evlatlarına esas kalıcı olanın veya olması gerekenin ne olduğunu gösterdi: Şan, şöhret, şatafat, saltanat değil; vatan ve millet...
İnkılapçılık ve yani gelişme ülküsü...
★★
Aramızdayken de emr-i Hak vuku bulup kendileri sonsuzluğa göçtükten sonra da ulusuna ve uluslararası topluma hayat dersleri veren Büyük Ata’mızı ve onun kutlu menziline erişmesine destek olmuş bütün aziz silah ve dava arkadaşlarını saygı, minnet ve rahmetle anıyoruz.
Kabirleri pür-nûr, mekânları cennet olsun.