Bir yandan Avrupa Futbol Şampiyonası için gün sayarken bir yandan da ‘Yine bir karne günü geldi!’ diye heyecan yaşıyoruz. İkisini buluşturan bir yazı bu. Eğer kendi içinize yolculuk edebileceğiniz beş on dakikanız varsa...
★★
Sevgili babalar, kıymetli babalar, evladı için canını verebilecek fedakâr babalar; bu yazının mesajı en çok da sizi ilgilendiriyor: Üç gün sonra üniversite öncesi öğrenim çağındaki 19 milyon 126 bin çocuğumuz karne alacak. Belki onlardan biri de sizin çocuğunuz...
Ama ekonomi malum. Birine göz alıcı bir hediye alıp da onu mutlu etmek artık çok kolay değil. Siz durum böyle diye sakın şimdiden üzülüp vicdan azabı yaşamayın.
Sevgililer gününden, anneler gününden, sonra bilmem ne günüden elde kalmış pahalı ürünleri tüketiciye satmaya çalışan küresel şirketlerin janjanlı reklamlarına da aldanmayın. O ürünlerin çoğuna zaten ihtiyacınız yok. Çocuğunuzun da ihtiyacı o değil. Reklamlar, tüketimi körüklemek için sizi kışkırtıyorlar. Elzemse ve sizin de bir ürünü edinmeye imkânınız varsa o başka tabii. Gerçekte çocuğunuzu mutlu etmenin, ona güven ve sevgi aşılamanın bir cep telefonu ya da yeni bir bilgisayar almaktan çok daha başka ve çok daha kalıcı etki doğuran yolları var. Olay parayla pulla değil, duyguyla, davranışlarla, iletişimle ve anlayışla ilgili...
Hepsinin temelinde; çocuğunuzu satın alınan ve saatler içinde değerini yitiren şeylerle değil, duygu bağıyla doyuma ulaşma konusunda eğitmiş olmanızla ilgili bir durum bu...
Haklı gibi görünüyorum ama yeterince inandırıcı olamadım mı?
Öyleyse buyrun:
Son dönemde okuduğum sosyal medya paylaşımları içerisinde beni en çok etkileyen yazı, futboluyla dünyayı çok etkilemiş bir yıldızın hayat hikâyesiyle ilgiliydi.
Aslında bütün dünyada hayranlıkla izlenmiş bir futbol yıldızının görkemli biyografisinden çok ‘kendi çocuklarımıza ayırdığımız veya ayıramadığımız zamanları’ irdeliyordu bu la-edri (yazarı belirsiz) metin:
“Ünvanı Keiser’di Franz Beckenbauer’in.
Keiser Almanca; Türkçesiyse ‘İmparator’...
Alman futbolunun müthiş görkemli yetmişli yıllarına damga vurmuş süper yetenekli, çok yakışıklı, başarıdan başarıya koşmuş, kazanmadık kupa bırakmamış bir adam, bir yıldız, bir ulusal kahramandı İmparator Beckenbauer…
Erken evlenmişti. Henüz otuzlu yaşlarının başında üç çocuğu olmuştu...
Oğlu Stefan da Keiser gibi başarılı bir futbolcuydu. İleri uçta oynuyor, leblebi gibi goller atıyordu; ancak babası o yıllarda kupalar kaldırmaktan stada gelip oğlunun bir maçını bile izleyememiş, onu bir kez bile alkışlayamamıştı.
Herkesin babası stadyumda olurdu; ama Stefan’ın hem de işi gücü futbol oynamak olan babası orada olmazdı.
Futbol oynamayı bırakınca Beckenbauer Alman futbolunun kumanda masasına geçti ve sansasyonel başarılarını devam ettirdi. O süreçte de yönettiği takımlarla Avrupa kupaları, dünya şampiyonlukları, kazanılabilecek ne varsa hepsini kazandı.
Kırklı yaşlarını geçince Beckenbauer, o başarılı adam, artık futboldan ayrılıp evine dönmeye karar verdi.
Stefan da babasının kokusunu ilk defa İmparator kırk iki yaşına geldiğinde hissedebildi. Artık çok mutluydu Stefan...
Ailesiyle mutlu bir emeklilik yaşamayı hayal eden Beckenbauer, kısa bir zaman sonra oğlu Stefan'ın kanser olduğu haberiyle sarsıldı. Amerika'dan Avrupa'ya bütün dostlarının sahiplenmesiyle oğlunu muayene ettirmediği doktor kalmadı. En son Fransa'da bir hastane merdivenlerini çıkarken bitkin haldeki Stefan, merdivenlere yığıldı. Onu tutup ayağa kaldırmak isteyen ‘İmparator’ baba, oğlunun, Stefan'ın ağzından dökülen sözlerle sarsıldı.
Stefan, babasına: ‘Baba, biliyor musun, senin kaldırdığın o kupaları biz hiç sevmedik. Sen maçları kazanıp kupa kaldıracağın zaman annem televizyonun açık olduğunu fark ederse televizyonu kapatırdı. Biz senin kupalarını hiç sevmedik baba...’
dedi…
Dünya futbolunun zirvesindeki yıldız, bir sözü iki edilmeyen koskoca Beckenbauer, Fransa'da bir hastane merdivenine çöktü ve oğlunun bu sözleri üzerine hüngür hüngür ağladı…
Aradan üç ay geçti ve İmparator, oğlunu kaybetti.
Sonrasında kimselerle görüşmek istemedi futbolun devi. Kendisiyle konuşma fırsatı bulanlara da sadece şunu söyledi:
‘Kazandığım bütün kupalarımı alın, bana Stefan'a sarılabileceğim iki dakika verin’…
★★
2015 yılında oğlunu kaybederek büyük acı yaşayan Keiser (İmparator) Franz Beckenbauer, dokuz yıl sonra, 7 Ocak 2024 günü 79 yaşında hayata veda etti. 60’lı yaşların üzerindeki futbolseverlerin pek çoğu için idol olmuş, libero kavramını modern futbola katmış bu futbol virtüözü, 70’lerde futbolculuk, 80’lerde ve 90’larda teknik direktörlük yapmış rahmetli babamın da kahramanıydı.
Hem Stefan’ın hem Franz’ın hem de babam Hasan İlmak’ın ve tüm okurlarımın bütün geçmişlerinin ruhları şad olsun...
★★
Benim bu alıntıyı kaleme alırken burnumun direği sızladı. Siz ne hissettiniz, merak ediyorum. Ne düşündünüz, aklınıza neyi getirdiniz; bir çıkarsama yaptınız mı?
Peki ne dersiniz, siz de mi sevdiklerinize sarılmayı sürekli erteleyecek kadar önemli bir iş yapıyorsunuz?
Sevdiklerinize sarılmayı ertelemek pahasına abandığınız o işte, Beckenbauer’in futbolda yükseldiğinden daha yükseğe çıkabilecek misiniz?
Diyelim ki çıktınız, siz de ‘İmparator’ oldunuz…
Ya sonra?..
?!?
★★
Ve...
Başta da demiştim: En yakın vadede karne günü var.
Velilerin, karneleri biraz da kendi performanslarıyla ilişkilendirerek değerlendirmeleri doğru olacak yine.
Ondan sadece iki gün sonra da ‘babalar günü’. Beraberinde bayram. Ne güzel...
İki taraf da hayattaysa ve yani eğer hâlâ babanızla veya oğlunuzla doya doya kucaklaşma, onu anlama ve ona olan sevginizi açıkça, en anlaşılır biçimde dile getirme şansınız varsa...
N’olur bu fırsatı kaçırmayın!..