Bir güzel söz:
’Bazıları o kadar cahildir ki dini var diye, ahlaka ihtiyacı kalmadığını zanneder.’
Bunu diyen kimdi?
İnternetin korkunç kopyala yapıştır ortamında başta tarihçi İlber Ortaylı, sonra Aziz Nesin, sonra Cemil Meriç gibi ünlü yazar veya düşünürlere mal edilse de Tuğba Sarıünal’ın kaleme aldığı Nikola Tesla biyografisinde bu sözün ilk kez Tesla tarafından söylendiği açıkça belirtiliyor. Sözün devamında da Sırp asıllı Amerikalı mucit ‘Asıl önemli olan fikirlerimi çalmanız değil, önemli olan kendinize ait bir fikrinizin olmaması’ diyor.
★★
Bir başka güzel söz:
‘İğneyi kendine, çuvaldızı (iğnenin büyüğünü) başkasına batır!’
Harika bir düstur, uygulayabileni ermişlik mertebesine taşıyacak çok muhteşem bir ilke: Başkalarını eleştirip yerin dibine sokmadan önce kendine bir bak!
Sen nesin? Eserin ve dahi ederin ne?
Eleştiri hakkın var mı?..
★★
Birazdan, haklı olarak eleştiri yetkisini kendisinde bulan ve eleştirisini de muhtemelen dışlanmayı, sosyal işkenceyi, belki de çoğu muadili gibi şiddet görmeyi göze alarak dile getiren; yazıya döküp kendisinden sonraki kuşaklara ileten bir şahsiyeti ve onun eserini yazıma buyur edeceğim.
Ama önce...
Belki anımsarsınız; Pusula'da 'O kusursuz, amenna ama ya biz?' başlıklı eski bir yazımda Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed'i (SAV) yaratılmışların en değerlisi yapan harikulade özelliklerin bazılarını dilim döndüğünce aktarmıştım:
‘(...) Alemlerin Efendisi; çok konuşmazdı. Kötü söz söylemezdi. Daima düşünceliydi. Kimseyle çekişmezdi. Her zaman ağırbaşlıydı. Boş şeylerle uğraşmazdı. Dünya işleri için insanlara kızmazdı. Kimsenin kusurunu araştırmazdı. Affediciliği, onun doğal haliydi, intikam düşünmezdi. Kendine içini döküp medet umanı asla umutsuzluğa düşürmezdi. Gerçeğe aykırı övgüyü asla kabul etmezdi. Susması konuşmasından uzun sürerdi... (...)’
★★
Şimdi bir de bu vasıfların tam tersini düşünelim:
Ve yani önümüzdeki en ilk, en iyi, kusursuz, en örnek Müslümana karşın, O’nu görmezden gelen ve ‘Bu kadar da olmaz!’ dedirtenlere bir bakalım.
Hoş, ben sanki öyle bir özeleştiriyi biz yapacakmışız gibi 'Bi bakalım!' diyorum ama o trajik görüntüye zaten birçok mütehassıs gibi Şeyhzade Hacı Hafız Muhammed Muhsin Efendi de bizden epey önce bakmış. Bizim ne haddimize! (Dikkatinizi çekmiştir ama bir de biz altını çizelim: ‘Şehzade’ değil şairin mahlası, ‘şe(y)hzade’... Sultanın veliahtı değil, şeyhin oğlu. Aradaki fark, öyle bir harf nispetinde falan değil, çok daha fazla yani!)
Buyrunuz o halde; önce şiire, sonra şaire bakalım. Diyor ki Şeyhzade:
‘Bugün bir sürü budala gördüm,
İnsanı kaybetmiş ihsan ararlar
Silmişler edebi erkanı kamu,
Bu hızlân içinde İslam ararlar
Laf-ı güzaf ile geçer günleri,
Cehennemi yaşar, cennet ararlar
Kılarlar namazı vesvese ile
Bunun karşılığı gufran ararlar
Vermezler zekâtı bin hile ile
Fakir yoktur deyu imkân ararlar
Hacca giderler nam ü şan için,
Boyarlar kapuyu bayrak ararlar
Orucu tutarlar, yemez içmezler
İftira gıybete zaman ararlar
Keserler kurbanı kavurma için
Sırattan geçmeye hayvan ararlar
Dolaşır ağızlarında lâ ile illâ
Kalbe nufuz etmez inkâr ararlar
Hani ya bunların dini imanı
Oturur kalkarlar iman ararlar
Şeriat kaçkını İslam düşmanı
Tarikat içinde sultan ararlar
Parası ilahtır, gönlü kilise
Bu tufan içinde felah ararlar
Zahirde bakarsın dünyadan geçmiş
İçinden dünyayı talan ararlar
Böyle iki yüzlü mahir saluslar
Yemek içmek için ihvan ararlar
İşte hali budur iki yüzlünün
Bunu yutturmaya insan ararlar
Muhsin sığın bunlardan Allaha heman
Aleme zulm için imkân ararlar’
★★
Ne düşündünüz, karşılaştırabildiniz mi?
Hristiyanlar, haçlılar, dış mihraklar mı yoksa tanıdık yüzler mi?
Kimler en büyük zararı vermiş ve şimdi kimler daha da büyük zarar veriyor İslam’a?
Hem de güneş gibi ışıldayan Hazreti Peygamber'e ve gelmiş geçmiş sayısız iyi örneğe, rehbere, kılavuza rağmen...
Yunus'a, Mevlâna’ya, Arvasî’ye, İbni Haldun’a, Ali Şeriati’ye, Bilge Kral İzzetbegoviç’e ve daha nice abdala, rinde, ermişe, dervişe, bilge Müslümana rağmen hem de...
‘Başkalarının tenine çuvaldız değdirmeden önce kendine iğne saplayanların’ örnek hayatlarına, davranışlarına, vurgularına, tekziplerine ve envai çeşit uyarılarına rağmen...
Ne diyelim?
İşin özünü hâlâ anlayamamış olanları Allah ıslah etsin!
★★
Başta söz verdiğim gibi ‘şaire’ de çok kısa değinip bitireyim:
Şeyhzade Muhsin Efendi hakkında ne yazık ki kolay erişebileceğiniz sanal kaynaklarda (Google falan) herhangi bir biyografi notu yer almıyor. Ne zaman yaşadı, nerelerde bulundu, ne iş yaptı, şimdilik bilmiyoruz. Geride bir iz bırakmadan dünyaya hızlıca uğrayıp geçmiş gibi; ama bir istisna kaynak, İstanbul Zaim Üniversitesi uzantılı kütüphane.izu.edu.tr, bir dipnotta onun Nakşibendi ekolüne mensup olduğu ve geride bir eser bıraktığı bilgisini araştırmacılarla paylaşıyor.
Kitabının adı Şeyhzade Hacı Hafız Muhammed Muhsin Efendi Divanı
Kütüphanenin verdiği kısa künye bilgisinde göre Erzurum’un İspir ilçesinde doğan Şeyhzade Hacı Hafız Muhammed Muhsin Efendi’nin bilinen bu tek eseri vefatından sonra Vedat Turhan, Murat Bulut ve Ayşe Bulut tarafından düzenlenmiş ve yayımlatılmış.
Eser oldukça da hacimli: 526 sayfa...
Bize biraz Hayyam’ı, biraz Pir Sultan Abdal’ı ama en çok da kendi hali pürmelalimizi bir kez daha anımsatan gözüpek Şeyhzade’ye Allah’tan rahmet diliyoruz.
Mekânı cennet olsun.
★★
Bitirmeden...
Bugün benim güzel memleketimin, Erzurum’umun kurtuluş günü. 1918’den 2024’e, 106’ncı hürriyet yılı...
Aynı zamanda İstiklal Marşımızın kabul yıldönümü. 1921’den 2024’e 103’üncü şeref yılı...
Bunları anmazsak, anımsamazsak, bilvesile gurur duymazsak ruhumuz kurur.
Erzurum’u işgalden ve mezalimden kurtaranları da asil, büyük ve ölümsüz şairimiz Mehmed Akif Ersoy’u da rahmetle, şükranla, minnetle anıyoruz. Ruhları şâd, mekânları cennet olsun.