Bunda da bir hayır var!
Günlük hayatımızda başımıza gelen musibetlere, görünürde bizlere üzüntü veya sıkıntı veren olaylara biraz farklı bakmalıyız. Daha kötüsünü düşünüp, sabır ile birlikte şükretmeliyiz.
Dualarımızda da bu böyledir. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim'de “Bana dua edin size cevap vereyim.” (Mü’min, 40/60) buyurmaktadır.
Bazıları bu ayet-i kerimeyi öne sürerek şöyle demektedirler: “Madem Allah “Bana dua edin bende kabul edeyim.” demiştir. Neden çokça dua ettiğimiz halde bazıları kabul edilmiyor?”
Nasıl ki, sen bir hekime gitsen ve “Ey hekim bana şu ilacı ver” desen. Elbette hekim sana “Buyurun” diye cevap verir. Fakat istediğin şey ya hikmetsiz ya faydasız veya sana zararlı bir ilaç ise, onu değil de daha güzelini sana verir.
Aynen onun gibi, mutlak hikmet sahibi Cenab-ı Hak bize ve dualarımıza cevap verir. Ama kabul etmek hikmetine tabi olduğundan bazen istenen şeyin aynısı bazen de daha güzelini bazen de zararlı olduğunu bildiği için hiç vermez.
***
Bir zamanlar Afrika'daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü.
Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi:
-Bunda da bir hayır var!
Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın başparmağı koptu.
Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü tekrar ederek, “Bunda da bir hayır var” dedi.
Kral acı ve öfkeyle bağırdı, “Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?' Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı.
Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar.
Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler.
Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı.
“Haklıymışsın! Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum. Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi” dedi.
-Hayır, diye karşılık verdi arkadaşı. Bunda da bir hayır var.
“Ne diyorsun Allah aşkına?” Diye hayretle bağırdı kral. Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir?
-Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi? Ve sonrasını düşünsene…