İnsan dünya hayatındaki geçici zevkler ve maddi kazanımlar karşısında nasıl bir tutum sergilemesi gerekir. Bu soruya her millet kendi değer yargılarına göre bir cevap verecektir. Bizim bakışımız da elbette İslami bir bakış açısı sunacaktır.
Bu makalenin tezi şu: Dünyevi şeylere fazla değer verme; ahirete yönelik bir yaşam sür. Şöyle düşün: Dünya geçici; imtihan kısmı ise kalıcı! Çok azımız bu gerçeğin farkındayız: İnsan, dünya hayatının geçici ve bir imtihan yeri olduğu gerçeğini duymazdan görmezden geliyor. O, gecici hayatında aleme kral olmak için çırpınıp duruyor. Kazandı mı seviniyor kaybeti mi özülüyor; neticede özüntü galip geliyor, çünkü kişiyaşanıyor v e ölüyor.
Oysa kişi akı ve iman aydınlığında hayatına baksa ve Rabbini dinlese geçici olan kalıcı hayatın yatırımı olacak. Hayatının gayesinin Allah’ın çizdiği yolda yürümek olduğunu bilen mmümin bu fanini ne kazancına ne kaybına üzülmez; özüleceği şey, Allah’ın rızasını kazanamamış olma tehlikesidir.
Akıl ve iman insana önceliğin Allah olduğunu öğrettiğinden insan, dünya işlerine boğulmadan, onları gerektiği kadar önemseyerek, asıl amacı olan ahiret hayatını göz ardı etmeden günü tamamlamaya çalışır. Bu perspektifle hareket eden mümin kişi dünya hayatında yapılacak işleri ahiret yatırım olarak görür; işte servet bu, kâr budur.
Akıl ve iman sahibi mümin gafletini uzun etmez; çünkü gafletin uzaması ömür sermayesini kısaltır. Bir günah işleyeceği vakit, nefsine, ‘ben öldüm, ölü adam senin isteklerini yapamaz ki!’ diyip ‘ölmeden önce ölünüz’ düsturunu manevi kalkan olarak kuşanmak ve bu yöntemle günahtan kaçmak çaredir; bu, manevi bir uyanıklıktır. Gerçek hayat ölümle başlar, dünya bir rüya, o halde sadece Allah tealanın emrine uyanların rüyası gerçeğe, ebedi hayata dönmektedir.
Kişisel gelişim moda. Herkese dış başarı öğretiliyor. Oysa kişinin en büyük kazancı dışta değil içtedir. Kendi ruhunu, maneviyatını geliştirmeyen her faaliyet kişinin aleyhinedir. Manevi mesuliyet kişiye der ki, ‘dünyevi makam, mevki, servet gibi unsurlar yerine, öncelikle kendi iç dünyanı ve ruhunu geliştir.’
Allaah’ın Kur’an’da zikredilen dokuz sevgi ilkesini uygulayanın ruhu tavan yapar; sevmediği fiillerden kaçıp İslam’ın elli dört farzını da yüreğine yük eden, işte o kişi, çağdaş toplumun ermişidir.
Ayet uyarıyor: Kalbler ancak Allah’ı anmakla tatmin olur. Yani zikir ve eylemle (kulluk görevlerini yapmakla) kalp ve beden bütünlüğü sağlanır.
Bir yanda doğumlar bir yanda ölümler… Saçtaki beyazlar, ölümün yaklaştığını ve insanın ölümü sıkça hatırlaması gerektiğini hatırlatır. Ölüm anında ne yakın dostlar ne de maddi birikimler kişiye yardımcı olamaz. Bu nedenle, insanın hayatını ve önceliklerini bu gerçek üzerine inşa etmesi akıl ve iman selametidir; kurtuluştur.