“Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Cuma – 5)
Bu ayette geçen benzetme, sadece Tevrat’a iman edenler için değil, İncil ve Kur’an’a iman edenler için de geçerli değil midir? Çünkü bu benzetmenin amacı, ilahi kitapların insanlara yalnızca bilgi edinmeleri için değil, aynı zamanda amel etmeleri için gönderildiğini vurgulamaktır. Eğer Allah’ın emir ve yasaklarıyla amel edilmezse, dinin insan üzerindeki varlığı, bir anlam taşımayan bir yüke dönüşür.
Gerçek şu ki, ilahi emirlerle amel edilmediği takdirde insan, nefs-i emmare mertebesinde yaşar ve bu durumda ölür. Nefs-i emmare, insanı kötülüğe yönelten en alt düzeydeki nefistir ve bu mertebede yaşayan bir kişi, nefsine hakim olamaz, dolayısıyla günah işlemeye eğilimli olur. Bu mertebeyi, tasavvufun nefis anlayışına göre “eşeklik mertebesi” olarak nitelendirebiliriz. Nefsin yedi mertebesini hatırlayalım:
1. Nefs-i Emmare: İnsanı kötülüğe yönelten, en alt düzeydeki nefis. Kötü arzu ve isteklerin baskın olduğu bu aşamada kişi, nefsine hakim olamaz ve günah işlemeye meyillidir.
2. Nefs-i Levvame: Kişinin yaptığı hatalardan dolayı pişmanlık duyduğu, kendini kınadığı mertebe. Bu aşamada kişi, doğru ile yanlış arasında gidip gelir.
3. Nefs-i Mülhime: İnsana iyilik yapma ve kötü olandan kaçınma ilhamı veren nefis mertebesi. Bu aşamada kişi, içsel bir aydınlanma yaşar ve doğru yolu bulma yolunda ilerler.
4. Nefs-i Mutmainne: Huzura ermiş nefis. Kişi bu aşamada, Allah’a tevekkül etmiş ve içsel bir huzura kavuşmuştur. Artık kötü arzular onu rahatsız etmez.
5. Nefs-i Raziye: Allah’ın verdiği her türlü duruma razı olan nefis. Bu aşamada kişi, hayatındaki her şeyi Allah’tan gelen bir lütuf olarak görür ve şükürle karşılar.
6. Nefs-i Marziye: Allah’ın da o kişiden razı olduğu mertebe. Bu aşamaya ulaşan kişi, sadece Allah’ın rızasını kazanmayı amaçlar ve bu rıza ona verilir.
7. Nefs-i Safiye (Kâmile): En yüksek mertebe olan bu aşamada kişi, tüm kötülüklerden arınmış ve tamamen olgunlaşmıştır. Nefsini tam anlamıyla kontrol altına almıştır ve Allah’a en yakın hale gelmiştir.
İnsanın nefsinin ıslahı, ancak ilahi emirlere uymasıyla mümkündür. Ne bilim ne de felsefe, insanı bu “eşeklik” mertebesinden kurtarabilir. İnsanı insan olarak yaratan Allah, dünya hayatında ona bir sınav vermiştir ve ahirete çağrıldığında, kişi manevi yük edinmişse ve nefsini bu yükle ıslah etmişse, insan olarak ahirete döner. Ancak kişi, nefs-i emmare mertebesinde ölürse, sureti insan olsa da siretinin (iç yapısının) hayvani bir şekil aldığı düşünülebilir.
Sonuç: Kişinin Kur’an ile yükümlülüğü, onun nefsini terbiye etme sürecindeki ruhsal gelişimini sağlayan ilahi bir programdır. Ayetteki teşbihten anlaşıldığı gibi, son ilahi kitap tüm insanlara amel edilmesi için gönderilmiştir. Aksi takdirde, “Müslümanım” deyip gereğini yapmamak, eşeğin taşıdığı yükün eşeğe bir fayda sağlamaması gibi, kişinin pratiğinde gözükmeyen din de o insana bir fayda sağlamayacaktır.