“Onlara akılları mı bunu emreder, yoksa onlar, azgın bir topluluk mudur?” (Tûr 32)
Tûr suresinin 32-41 arası ayetlerinde insana bir varlık sorgulaması önerilmektedir. Önce ayetleri okuyalım:
“Onlara akılları mı bunu emreder, yoksa onlar, azgın bir topluluk mudur?
Yahut Onu kendisi uydurdu! mu diyorlar? Hayır, onlar iman etmezler.
Eğer doğru iseler onun benzeri bir söz getirsinler.
Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?
Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır! Onlar bir türlü anlayıp inanmazlar.
Yahut Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Ya da her şeye hakim olan kendileri midir?
Yoksa onların, üzerine çıkıp gizli sırları dinledikleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyenleri, açık bir delil getirsinler.
Yoksa kızlar O’nun, oğullar da sizin mi?
Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar ağır bir borç altında eziliyorlar mı?
Yoksa gayba ait bilgiler kendi yanlarında da, onlar mı yazıyorlar?”
…
Dine karşı lakayt davranma psikolojisi nasıl izah edilebilir?
İnsanların aklı ve vicdanları var; din konusunda olumsuz bir tavır takınan insanlar, her halde inkâr, çelişki veya fitneci söz ve davranışlarını, akla ve vicdana dayandırmıyorlar. His mertebesinde bu inkârı gerçekleştiriyor, olabilirler; çünkü Kur’an, baştan sona, hikmet, irfan, bilgi dolu bir kitaptır, salim bir akıl ve fıtrî vicdan onu olumsuzlayamaz.
Büyük bir hakikat karşısında peygamberlere ‘kâhin’, ‘şair’; vahye şiir, cin sözü, büyü, sihir, kendi uyduruyor, gibi yakıştırmalar yapılması akıl ve vicdanla değil, kişinin ‘mudıl’ sıfatının mazharı mertebesinde kalmasıyla izah edilebilir. Güneşe bakıp onu inkâr eden üstüne bir de sözünün hak olduğu iddiasında bulunan ifsat olmuş, gerçek bir yobazdır.
Kur’an’ı Hz. Peygamber (sav) uyduruyorsa o zaman başka insanlar da bu tür kitaplar hazırlayabilirler. Araplar arasında çok ünlü şairler, dilbilimciler vardı ki onlar bu konularda Hz. Muhammed (sav)’den çok daha ileri kimselerdi. Nitekim deneyenler olmuştu, ama Kur’an karşısında sadece gülünç kalmışlardı. Kur’an, kıyamete kadar, böyle düşünenlere meydan okumuştur: Doğru söylüyorsanız ona benzer bir kitap da siz hazırlayın; bir sure yazın yahut birkaç ayet yazın!
Rabbimiz, insanın aklına ve vicdanına hitap buyurarak, kâinatı yaratan kimse Kur’an’ı gönderenin de o olduğunu açıklar. Tûr suresinin otuz beşinci ayetinden itibaren konu yaratılış üzerinden ele alınır:
Bir kitap yazarsız, bir bina ustasız, bir bağ bahçıvansız, bir ekin ekensiz, bir ekmek ustasız, bir bardak süt üreticisiz, vs. olamaz. Sıra göklerin ve yerin yaratılışına gelince, bu lakayt insanlardan bir kısmı, sessiz kalırken bir kısmı kem küm ederek, ‘evet, bir yaratıcı olabilir’ gibi şüpheci ifadeler kullanmakta bir kısmı da tamamen inkâr yolunu tutabilmektedirler. Oysa Kur’an insanın hesaba çekilmek üzere yaratıldığını çeşitli ayetlerde açıklamıştır. Ölüm, kimse için kurtuluş değildir, çünkü insan ölümsüzdür, hesaba çekilecektir. Onu ya cennet ya da cehennem karşılayacaktır.
Ne yaratıcı ne de resulleri dini tebliğ konusunda insanları maddi bir külfetin altına sokmamışlardır. İman altından kalkması zor bir yük değildir. Aksine her iki âlemin rahat bir şekilde yaşanmasını mümkün kılan sadece Allah’a imandır. İnkâr eden yahut şüphe eden kimsenin elinde ne var da bu cüreti gösterebilmektedir. Varlığın gerçeğini sahiplenen başka bir ilah mı var? Yetmezmiş gibi, Allah’a eş ve çocuk isnadında bulundular. Mesela Hz. İsa’yı Allah’a oğul yaptılar. (!) Mekkeliler, kız çocukları olunca, utanca gömülüyor ve kimi de götürüp o çocuğu, canlı canlı kumlara gömüp kaçarak evine dönüyordu. Böylece, oğlanlar onlarındı, kızlar ise Allah’ın! Tarihler boyu bu tür nice sapmalarla insanlık günümüze kadar ulaştı.
Eğer insan yaratma gücüne sahipse, hayat, ömür, zenginlik, sağlık, şan, şeref gibi insanın öğündüğü ve öykündüğü nimetlere onun hükmetmesi gerekir. O zaman insan istediğini zengin yapar, istediğini fakır bırakırdı. İstediğini peygamber istediğini de kral atardı.
Sonuç: İnsanın böyle bir gücü bulunmuyor. Bırakın gaybı, şu an, biz insanlar içimizde neler oluyor bundan bile haberimizi yok. Bu sebeple de müminler Hz. Âdem’den beri acizliklerini dile getirerek, Yaradan’a sığınmışlardır.