Türklük bilinen tarihlerden ne kadar eskiye giderseniz gidin hep vardı. Şartlar zorladı fakat “ben Türküm” diyenler pes etmedi doğdular, öldüler ancak Türklüklerinden hiç vazgeçmediler. Ecdadımız, kanında bir damla dahi olsa Türklük olanlar bize pes etmemeyi öğretti. Düşünce değişti, din değişti fakat Türklük ve o kan hiç değişmedi. Zamanında saldığımız o korkunun asaleti hâlâ kanımızda mevcut çünkü Gazi Mustafa Kemal’in de dediği gibi muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki o asil kandan hiç eksik olmadı. Türkçülük de bu düşünce biçimini esas alır. Gayesi Türk kanına sahip herkesi birleştirmek olan bu düşünce biçiminin başlangıcı için bir zaman belirlemek fikrimce çok da doğru olmaz. Çünkü bilinen tarihte ne kadar eskiye giderseniz gidin bir Türk'e rastlayacak olmanız, onları bir araya getirebilme düşüncesine sahip olan kişilerin varlığına da delalet eder. Fakat bu düşünce biçimindeki insanların birleşmesi 19. yüzyılın ilk çeyreğinde Devlet-i Aliyye'de baş göstermiştir. Devlet-i Aliyye'yi kurtarmanın Avrupa'nın "hasta adamı" Osmanlı'yı iyileştirmenin yanısıra Türk edebiyatında da kendi yerini belli etmiş olan bu düşünce biçimi Türklüğün önemini vurgular. Bazı yargıların aksine Türkçülük, ırkçılık değil kendi değerinin farkına varmak, güçleri birleştirmek isteğidir.
Türkler zamanında gerek güçleri gerek zekaları gerek ise önemli fetihleri ile zaten bunu dünyaya öğretmiş, yeri geldiğinde de bunları kullanarak çağ açıp çağ kapatmıştır. Zeka diyip de kendi toplarını tasarlayıp geliştiren Sultan 2. Mehmet yani şanı değer Fatih’den de bahsetmeden olmaz . Öyle ki bu zekası daha küçük bir çocukken bile izlerini göstermiş, çizimlerine yansımıştır. Zekasının kanıtları hep varmış ancak parlama noktalarının ilklerinden biri 12 yaşında babasına karşı “–Devletlü babam! Dîn ve devlet tehlikededir. Eğer pâdişah iseniz, buyurun ordunuzun başına geçin!.. Yok eğer pâdişah ben isem, sizi, orduma başkumandan olarak nasb ve tâyin eyliyorum!.." satırlarını yazmasından bellidir. Zekasının gücüyle birleştiği ilk an ise Şahi toplarının tasarımıdır.
800 kglık gülleler atabilen bu toplardan tam 4 taneyi o dönemin şartları için çok yüksek bir standartta tam tamına 3 ayda döktürmüştür. Sultan 2. Mehmed’in zeka ve gücünün adeta cihanı aydınlatacak olan en büyük parlaması ise dönemin Konstantinopolis’inin fethidir. Bu fetih Türk cihanının parlama ve yükselme notasıdır. Fakat bu parlama çok da kolay olmamıştır. Tıpkı gün doğmadan hemen önce gecenin en karanlık saatinin yaşanması gibi. Öyle ki demirden setler, suda sönmeyen ateşler, karadan yürütülmek zorunda kalan gemiler dahi bu zafere engel olamamış, Fatih’in zekasının yanında Grejuva (rum ateşi) bile sönük kalmış en sonunda cihanı aydınlatan Türk zekası ve gücü olmuştur. Fatihin içindeki Türklük de zeka da son nefesine kadar yanındaydı elbette 3 Mayıs günü Hünkar Çayırında gözlerini kapatırken de bu kavramlar ve Türk mirası olan mazisi bize kalırken ruhunu, gücünü yanına alıp kendi sessiz ölümü sesli bir şekilde fani dünyadan göçmüştür. Atamızla, Fatihimizle gurur duyuyor saygı ve özlemle anıyoruz.
Türklük güzel bir duygudur.Türk'lük hakkında şüphesi olanlar varsa Türk İslam tarihini incelediklerinde görecekler ki asla ırkçılıkla bir bağlantı kurulamaz.Nobel ödüllü bilim adamımız Aziz Sancar diyor'ki"Ben Türk'üm,o kadar! Mardin'de doğmuşsam,Cizre'de doğmuşsam,Kars'ta doğmuşsam ben Türk'üm.Türk ata bindiğinde Fatih'dir,Yavuz'dur;attan indiğinde Mevlana'dır,Yunus'tur.cümlesi geçer tarih kitaplarında.Çok samimi söylüyorum'ki Türk adının geçtiği bir yer gördüğümde,gözüm al bayrak arar,kulağım ezan sesi.Mohandes Karamçend Gandi'nin şu sözü çok anlamlıdır."Haydi beni bir daha tutuklayın İngilizler! ama görüldü ki tutuklama ve öldürmeyle iş bitmiyor; işte Türk'ler kendi cenaze merasimi için hazırlanan tabutlarını sahiplerinin başına geçirdiler("1922 Kurtuluş savaşını kazanmamız üzerine söylemiştir) Aklımdan geçeni de söyleyeyim. Türk olmayı her baş kaldıramaz.