Marie Curie, kızlık soyadı Maria Sklodowska, 7 Kasım 1867'de Varşova'da bir ortaokul öğretmeninin kızı olarak dünyaya gelmiştir. 3 kız bir erkek kardeşi vardır. 2 ablasını ve annesini dönemin hastalıklarından kaybetmiştir. Ülkedeki eğitim sistemi nedeniyle kadınların üniversiteye gitmesi ya da teknik eğitim görmeleri için yurt dışına çıkmaları gerekiyordu. Kardeşi Bronya ve Marie çalışıp para biriktirdiler, 1885 yılında Bronya Sorbonne'da tıp eğitimi almaya başladı. Mezun olduktan sonra Marie'ye matematik ve fizik eğitimi alması için yardım etti. 1891 yılında Paris'te ablasının yanında eğitime başlayana kadar Varşova'da Endüstri ve Tarım Müzesi adı altında gizlice eğitim veren Polonya okulunda eğitim aldı. Paris'e gidince önce ablasının yanında kalarak sonrasında ise küçük bir tavan arasında yaşayarak eğitimini sürdürdü. 3 Kasım 1891 tarihinde başladığı eğitimde bir buçuk yıl sonunda sınıfının birincisi olarak fizik diploması aldı. 1894 yılında ise ikinci diplomasını matematik alanında aldı. Bir sonraki hedefi ise öğretmenlik diploması alıp Varşova'ya dönmekti. Piezoelektriği keşfeden Pierre Curie ile tanıştı. Pierre Curie, Endüstriyel Fizik ve Kimya Okulu laboratuvarının başkanıydı. Marie ve Pierre, ortak bilimsel ilgilerinin de katkısıyla birbirlerine bağlanıp, Temmuz 1895'te evlendiler. Böylelikle günümüzde tanıdığımız Marie Curie soyadını almıştır. 1896 yılında öğretmenlik diplomasını aldıktan sonra 1897'de, daha önce Henri Becquerel'in duyurduğu, uranyum tuzlarının yaydığı, sonraları radyoaktivite olarak adlandırılacak ışın üzerine detaylı araştırmalara başladı. Eylül 1897'de ilk kızı Irene'in dünyaya gelmesi, çalışmalarına ara vermesine sebep oldu. 1898 başlarında çalışmalarına hız veren Marie toryumun da bu ışınları yaydığını fark etti. Bu noktada eşi Pierre de kendi çalışmalarını bırakarak Marie'ye yardım etmeye başladı. Bu arada Becquerel, iki farklı uranyum izotopunun daha aktif olduğunu keşfetti. Temmuz 1898'de Curie'ler yeni radyoaktif bir element olan ve uranyumun radyoaktif bozulmasından ortaya çıkan polonyumu bulduklarını duyurdular. Eylül 1898'de Fransız kimyacı Eugène-Anatole Demarçay'ın spektroskopi yöntemi ile tanımlanmasına yardım ettiği, doğal radyoaktif element radyumu duyurdular. Marie, 1904 yılında doktorasını vererek Fransa'da gelişmiş bilim alanında doktora unvanı alan ilk kadın oldu. Aynı yıl radyoaktivite konusundaki araştırmalarından dolayı, kocası ve Becquerel ile paylaştığı Nobel Fizik Ödülü'nü alarak, tarihte Nobel Ödülü alan ilk kadın oldu. İkinci kızları Eve doğmuştur. Eşine bir at arabası çarpması sonucu hayatını kaybetmiştir. Kocasının öğretmenliğine devam etmek zorunda kalmış ve Sorbonne’daki ilk kadın profesör olmuştur. 1911 yılında radyum ve polonyumun keşfi ve araştırılmasındaki rolünden ötürü Nobel Kimya Ödülü'ne layık görüldü. Böylece tarihte iki Nobel Ödülüne sahip ilk kişi oldu. 1934 yılında kan kanseri olması sonucunda ölmüştür. Ölüm nedeni aşırı dozda radyasyona maruz kalmasına bağlanmıştır. Dolayısıyla “bilim için ölen kadın” olarak da tanınmıştır. Keşfettiği veya bir şeylerin keşfedilmesine öncü olduğu için bilinen toplam dokuz ödül ve madalyaya layık görülmüştür. Rüveyda Polat'a yazı için teşekkür ederim. Yazarın aldığı ödüller şunlardır:
ÖDÜLLERİ:
1903 - Nobel Fizik Ödülü
1903 - İngiliz Kraliyet Birliği'nden Davy Madalyası
1904 - Matteuci Madalyası
1909 - Elliot Cresson Madalyası
1911 - Nobel Kimya Ödülü
1921 - John Scoot Madalyası
1921 - Bilime katkılarından ötürü, Amerika'nın kadınları adına, başkan Warren Harding'ten 1 gram radyum
1921 - Willard Gibbs Madalyası
1921 - Benjamin Franklin Madalyası
Sayın Yazar, bugüne kadar, bizim üniversitelerden Nobel ödülü alan bir akademisyen ne yazık ki çıkmadı. Bizim üniversiteler bir aile albümü gibi olmuş. Osmanlı'nın beşik uleması gibi. Ben bizdeki üniversiteleri, üniversitedeki öğretim üyeleri ailelerinin istihdam kurumu olarak görüyorum. 34 bin prof. 38 bin doç. bir buluş yapamadılar. Bol maaşlarla, kendilerini halktan soyutlayıp saltanat sürüyorlar. Bilimi teknolojiye dönüştürüp KDV'si yüksek bir teknolojik eser üretemediler. Ama bu sizin yazdığınız ve niceleri bilimi teknolojiye dönüştürerek insanlığın hayatını kolaylaştırdılar. Bizimkiler de halen kış uykusundan uyanamadılar. Bir türlü kendilerini yenileyip dünya üniversitelerine adapte olamadılar. Yazık bu fakir milletin parasına hem de çok yazık. Selamlar.