
Carlo Collodi’nin 1881’de yazıp 1883’te yayımlattığı fantastik çocuk romanı Pinokyo, okuyucuyla buluşmasının üzerinden 136 yıl geçtiği halde, bugün bile Ben Robot gibi, Chappie gibi, Çelik Yumruklar gibi birçok edebiyat ve sinema yapıtına esin kaynağı oluyor.
Neden peki? Hangi özelliği bu kitabı gerçek bir klasiğe dönüştürüyor?
Masal bu ya, Geppetto Usta’nın bir ağaç parçasından Pinokyo’yu yaptığı gece periler gelir ve o küçük kuklayı canlandırır. İşte tam o an Mavi Saçlı Peri Pinokyo’ya fısıldar:
‘İyi kalpli, cesur ve bencillik yapmayan biri olduğun gün, gerçek bir çocuk olacaksın…’
Bir öğüt bu, bir vaad, bir koşul ve bu, bir kitabın yüzyılı aşan etkisinin kaynağı olarak gösterebileceğimiz değerli bir ‘öğreti’.
Kuşkusuz ‘insan olmakla ilgili’…
***
Öğretmenlik yaşamım boyunca karşılaştığım hiçbir çocuğu ‘kurcalayarak geliştirilebileceğim bir nesne’ olarak görmedim. Aksine benim için öğrencilerimin her biri ‘dünyayı değiştirebilecek potansiyele sahip bir değer’ oldu.
Bu yaklaşımı birlikte çalıştığım ve ‘ustam’ saydığım -ne iyi ki bazıları benden daha genç olan- harikulade öğretmenlerin fikir ve davranışlarından damıttım. Benimsediğim bu kültüre uygun olarak çocuklara önce saygı duydum, hayranlık besledim; daha sonra onlarla, onlara özel rotalar çizdim. İşim çok da zor değildi; çünkü çocuklar, kötü niyetli düşünme tarzını, korkmayı ve bencilliği henüz öğrenmemişlerdi.
Dünyanın her yerinde bu böyledir.
Peki kötü kalpli, korkak, bencil çocuk hiç mi yoktur dünyada?
Vardır elbette.
İstisna olsa da…
Fakat o talihsiz çocukların daha parlamadan sönmeye yüz tutan cılız ışıkları, ailelerin karanlık yansımasından başka bir şey değildir.
Karanlık hiç yansır mı? Yansır elbette…
Çok uzun hikâyedir bu, hem de çok…
***
Mavi Saçlı Peri’nin fısıltısına dönelim:
İyi kalplilik, cesaret ve fedakârlık üzerine…
Ustam saydığım -ve fakat bazıları benden daha genç olan- harikulade öğretmenlerden damıttığım bir yaklaşımdan söz etmiştim az önce. O çok önemli yol göstericilerin bana öğrettiklerinden başka, bir de henüz yolun başındayken ‘çocukların tarif edilemez büyüklüğünü’ bana öğreten çok dramatik birkaç olay yaşadığımı anımsıyorum.
Eşsiz deneyimler…
Ve bugün, bütün o olayların kahramanı olmuş çocukları, öğrencilerimi sevgiyle anıyorum:
Mesela Nuri…
1993 yılında Ankara’nın Beypazarı ilçesinde öğrencim olmuştu Nuri.
Okulumuzun hemen karşısındaki büfede tost yapıp satan babasını her seferinde ikna eden ve okula boş beslenme çantasıyla gelmiş arkadaşlarına tost ısmarlayan melek kalpli çocuktu o…
Ailesinin tek geçim kaynağı o büfede satılan tostlardan elde edilen gelir olan ama ‘arkadaşı açken kendisi tok olmayı içine sindiremeyen’ bir çocuktu…
***
Mesela Erdem…
1998’de Kıbrıs’ta, Magosa’da öğrencim olmuştu Erdem.
Arkadaşlarının ve öğretmenlerinin, korkup çekineceği her durumda topluluğu yüreklendiren; cesaret gerektiren her girişimde ‘Durun, önce ben bir deneyeyim, bana bir şey olmazsa arkamdan gelirsiniz!’ diyen delikanlı öğrencim….
***
Mesela Melike…
2010 yılında Alanya’da öğrencim olmuştu Melike.
O da bir bakıma Kıbrıslı öğrencim Erdem gibi en önde yürüyen ve başkalarına yol açan bir öğrencimdi. Her zaman kendinden önce başkalarını, başkalarının sorunlarını ve ihtiyaçlarını düşünürdü. Bu kadarını yapan çok öğrencim olmuştur; ama Melike daha ilerisine geçerdi bunun. Türlü organizasyonlarla, çağrılarla, düzenlediği ilginç toplantılarla okul içinde ‘kamuoyu oluştururdu’.
Melike’nin müthiş özverisi, daha doğrusu onu bencilce düşünmeye itebilecek onca çeldirici içinde bile tam aksini seçebilmiş ve kendini o yaşta başkalarının mutluluğuna adamış olması, ihtiraslar dünyasında kaybolup gitmiş milyonlarca insan için gerçek bir hayat dersiydi.
Daha onlarca, yüzlerce isim sayabilirim. Hepsi bir bir aklımda:
İrem, Urçin, Hasan, Emcet, Pınar, Ruhsan, Banu, Ayşem, Çağın, Aydın, Ali, ‘Şifo’ Mehmet Emin, Göral, Gülcan, Aycan, Erkin, Mesude, Hilmi, Görem, Birce, ‘Kutup’ İsmail, Leman, Raşit, Çelik Tolga, Onur Kenneth, Cemre, Doğuş, Gürtaç, Osman, Orhan, Muhit, Cemal, Uğur, İlke, Irmak, Piotr, Yağmur, Ornella, Devrim, Benay, Sıla, Simzer, Başak, Fatma, Özge, Alev, Kübra, Ilgaz, Elif, Gülbahar, Derin, Reşat Onur, Bilgecan, Melis, Artun, Yaman, Çelebi Fatih, Azer, Burak, Kerem, Oğul, Uğur Kaan, Nazlı Ece, Ayaz, Semra, Hasan Hüseyin, Nehir…
Yüzleri, özellikle de gözleri; içten içe kaynayan o sınırsız iyilikleri, cesaretleri, özverileri…
Bir öğretmen, büyüyüşüne tanık olduğu öğrencilerini nasıl unutur?
Adlarını say(a)madıklarım, aslında her birinin adını aklımdan geçirip de bu köşeye sığdıramadıklarım ne olur bana kırılmasınlar; onlar hep yüreğimdeler, orada sonsuz yer var…
Ve mutlaka her öğretmenin böyle uzun bir ‘unutulmaz isimler listesi’ vardır. Ne büyük bahtiyarlık; paha biçilemez…
***
‘Öğretirken öğrenmek’ denen şey, benim için 27 yılın her birinde tam olarak buydu. Yaşamım boyunca eğitimle ve çocuklarla ilgili öğrendiğim en değerli şeyler, öğrencilerimin bana öğrettiği bu şeyler oldu:
Cesaret, iyi kalplilik, fedakârlık…
Ve öğrencilerimin bana öğrettiği şey, Carlo Collodi’nin dünya çocuklarına -Pinokyo’daki Mavi Saçlı Peri’nin diliyle- öğütlediği şeyden farklı değildi…
***
Bugün karne günü…
38 hafta süren eğitim yılını tamamlayarak bugün karne alan, dolayısıyla bir çeşit ‘ağır maratonu’ tamamlayan 17 milyon 749 bin öğrencinin her birini kutluyoruz.
Eğer onlar yanlış yönlendirildilerse, eğer yeterince anlaşılmadılarsa, eğer hatalı bir yaklaşımla ölçülüp-değerlendirildilerse bu onların değil, bütünüyle biz büyüklerin kusuru…
Dolayısıyla bugün çocukların da büyüklerine vereceği bir karne olmalı.
Öğretmenlerine, müdürlerine, Sayın Bakan’a ve kendi velilerine….
Sonra biz, o karneye bakıp kendimizi değerlendirmeliyiz: Biz yetişkinler, çocuklarımız kadar iyi kalpli, onlar kadar cesur, onlar kadar fedakâr ve en önemlisi onlar gibi iyimser olabildik mi?
***
Son bir not:
Okullar kapanıyor ama ‘büyük sınav’ yarın ve pazar günü…
Bugünkü adı TYT ve AYT olan, benim kuşağımdakilerin belleğinde ÖSS-ÖYS olarak yer etmiş olan sınav…
Sınava girecek bütün adaylara şans diliyoruz.
Ve biz dışarıdakiler:
Yarın ve pazar günü sınav saatleri içerisinde (cumartesi-pazar 10 ile 12 buçuk arasında; pazar öğleden sonra 3 buçuk ile 5 buçuk arasında) lütfen sessiz olalım!
Korna çalmayalım ve okullara yakın yerlerde gürültülü iş makinalarını kullanmayalım.
Lütfen!
Neden peki? Hangi özelliği bu kitabı gerçek bir klasiğe dönüştürüyor?
Masal bu ya, Geppetto Usta’nın bir ağaç parçasından Pinokyo’yu yaptığı gece periler gelir ve o küçük kuklayı canlandırır. İşte tam o an Mavi Saçlı Peri Pinokyo’ya fısıldar:
‘İyi kalpli, cesur ve bencillik yapmayan biri olduğun gün, gerçek bir çocuk olacaksın…’
Bir öğüt bu, bir vaad, bir koşul ve bu, bir kitabın yüzyılı aşan etkisinin kaynağı olarak gösterebileceğimiz değerli bir ‘öğreti’.
Kuşkusuz ‘insan olmakla ilgili’…
***
Öğretmenlik yaşamım boyunca karşılaştığım hiçbir çocuğu ‘kurcalayarak geliştirilebileceğim bir nesne’ olarak görmedim. Aksine benim için öğrencilerimin her biri ‘dünyayı değiştirebilecek potansiyele sahip bir değer’ oldu.
Bu yaklaşımı birlikte çalıştığım ve ‘ustam’ saydığım -ne iyi ki bazıları benden daha genç olan- harikulade öğretmenlerin fikir ve davranışlarından damıttım. Benimsediğim bu kültüre uygun olarak çocuklara önce saygı duydum, hayranlık besledim; daha sonra onlarla, onlara özel rotalar çizdim. İşim çok da zor değildi; çünkü çocuklar, kötü niyetli düşünme tarzını, korkmayı ve bencilliği henüz öğrenmemişlerdi.
Dünyanın her yerinde bu böyledir.
Peki kötü kalpli, korkak, bencil çocuk hiç mi yoktur dünyada?
Vardır elbette.
İstisna olsa da…
Fakat o talihsiz çocukların daha parlamadan sönmeye yüz tutan cılız ışıkları, ailelerin karanlık yansımasından başka bir şey değildir.
Karanlık hiç yansır mı? Yansır elbette…
Çok uzun hikâyedir bu, hem de çok…
***
Mavi Saçlı Peri’nin fısıltısına dönelim:
İyi kalplilik, cesaret ve fedakârlık üzerine…
Ustam saydığım -ve fakat bazıları benden daha genç olan- harikulade öğretmenlerden damıttığım bir yaklaşımdan söz etmiştim az önce. O çok önemli yol göstericilerin bana öğrettiklerinden başka, bir de henüz yolun başındayken ‘çocukların tarif edilemez büyüklüğünü’ bana öğreten çok dramatik birkaç olay yaşadığımı anımsıyorum.
Eşsiz deneyimler…
Ve bugün, bütün o olayların kahramanı olmuş çocukları, öğrencilerimi sevgiyle anıyorum:
Mesela Nuri…
1993 yılında Ankara’nın Beypazarı ilçesinde öğrencim olmuştu Nuri.
Okulumuzun hemen karşısındaki büfede tost yapıp satan babasını her seferinde ikna eden ve okula boş beslenme çantasıyla gelmiş arkadaşlarına tost ısmarlayan melek kalpli çocuktu o…
Ailesinin tek geçim kaynağı o büfede satılan tostlardan elde edilen gelir olan ama ‘arkadaşı açken kendisi tok olmayı içine sindiremeyen’ bir çocuktu…
***
Mesela Erdem…
1998’de Kıbrıs’ta, Magosa’da öğrencim olmuştu Erdem.
Arkadaşlarının ve öğretmenlerinin, korkup çekineceği her durumda topluluğu yüreklendiren; cesaret gerektiren her girişimde ‘Durun, önce ben bir deneyeyim, bana bir şey olmazsa arkamdan gelirsiniz!’ diyen delikanlı öğrencim….
***
Mesela Melike…
2010 yılında Alanya’da öğrencim olmuştu Melike.
O da bir bakıma Kıbrıslı öğrencim Erdem gibi en önde yürüyen ve başkalarına yol açan bir öğrencimdi. Her zaman kendinden önce başkalarını, başkalarının sorunlarını ve ihtiyaçlarını düşünürdü. Bu kadarını yapan çok öğrencim olmuştur; ama Melike daha ilerisine geçerdi bunun. Türlü organizasyonlarla, çağrılarla, düzenlediği ilginç toplantılarla okul içinde ‘kamuoyu oluştururdu’.
Melike’nin müthiş özverisi, daha doğrusu onu bencilce düşünmeye itebilecek onca çeldirici içinde bile tam aksini seçebilmiş ve kendini o yaşta başkalarının mutluluğuna adamış olması, ihtiraslar dünyasında kaybolup gitmiş milyonlarca insan için gerçek bir hayat dersiydi.
Daha onlarca, yüzlerce isim sayabilirim. Hepsi bir bir aklımda:
İrem, Urçin, Hasan, Emcet, Pınar, Ruhsan, Banu, Ayşem, Çağın, Aydın, Ali, ‘Şifo’ Mehmet Emin, Göral, Gülcan, Aycan, Erkin, Mesude, Hilmi, Görem, Birce, ‘Kutup’ İsmail, Leman, Raşit, Çelik Tolga, Onur Kenneth, Cemre, Doğuş, Gürtaç, Osman, Orhan, Muhit, Cemal, Uğur, İlke, Irmak, Piotr, Yağmur, Ornella, Devrim, Benay, Sıla, Simzer, Başak, Fatma, Özge, Alev, Kübra, Ilgaz, Elif, Gülbahar, Derin, Reşat Onur, Bilgecan, Melis, Artun, Yaman, Çelebi Fatih, Azer, Burak, Kerem, Oğul, Uğur Kaan, Nazlı Ece, Ayaz, Semra, Hasan Hüseyin, Nehir…
Yüzleri, özellikle de gözleri; içten içe kaynayan o sınırsız iyilikleri, cesaretleri, özverileri…
Bir öğretmen, büyüyüşüne tanık olduğu öğrencilerini nasıl unutur?
Adlarını say(a)madıklarım, aslında her birinin adını aklımdan geçirip de bu köşeye sığdıramadıklarım ne olur bana kırılmasınlar; onlar hep yüreğimdeler, orada sonsuz yer var…
Ve mutlaka her öğretmenin böyle uzun bir ‘unutulmaz isimler listesi’ vardır. Ne büyük bahtiyarlık; paha biçilemez…
***
‘Öğretirken öğrenmek’ denen şey, benim için 27 yılın her birinde tam olarak buydu. Yaşamım boyunca eğitimle ve çocuklarla ilgili öğrendiğim en değerli şeyler, öğrencilerimin bana öğrettiği bu şeyler oldu:
Cesaret, iyi kalplilik, fedakârlık…
Ve öğrencilerimin bana öğrettiği şey, Carlo Collodi’nin dünya çocuklarına -Pinokyo’daki Mavi Saçlı Peri’nin diliyle- öğütlediği şeyden farklı değildi…
***
Bugün karne günü…
38 hafta süren eğitim yılını tamamlayarak bugün karne alan, dolayısıyla bir çeşit ‘ağır maratonu’ tamamlayan 17 milyon 749 bin öğrencinin her birini kutluyoruz.
Eğer onlar yanlış yönlendirildilerse, eğer yeterince anlaşılmadılarsa, eğer hatalı bir yaklaşımla ölçülüp-değerlendirildilerse bu onların değil, bütünüyle biz büyüklerin kusuru…
Dolayısıyla bugün çocukların da büyüklerine vereceği bir karne olmalı.
Öğretmenlerine, müdürlerine, Sayın Bakan’a ve kendi velilerine….
Sonra biz, o karneye bakıp kendimizi değerlendirmeliyiz: Biz yetişkinler, çocuklarımız kadar iyi kalpli, onlar kadar cesur, onlar kadar fedakâr ve en önemlisi onlar gibi iyimser olabildik mi?
***
Son bir not:
Okullar kapanıyor ama ‘büyük sınav’ yarın ve pazar günü…
Bugünkü adı TYT ve AYT olan, benim kuşağımdakilerin belleğinde ÖSS-ÖYS olarak yer etmiş olan sınav…
Sınava girecek bütün adaylara şans diliyoruz.
Ve biz dışarıdakiler:
Yarın ve pazar günü sınav saatleri içerisinde (cumartesi-pazar 10 ile 12 buçuk arasında; pazar öğleden sonra 3 buçuk ile 5 buçuk arasında) lütfen sessiz olalım!
Korna çalmayalım ve okullara yakın yerlerde gürültülü iş makinalarını kullanmayalım.
Lütfen!