Yol verin ağalar, beyler!
Sadece ben değil, genelde hepimiz için geçerlidir. Keşkeleri, ama’ları çok sevmiyor olmama rağmen kullanıyoruz hayatımız boyu sürekli. Mutlu olmak için keşke’leri kullanmamamız öğütleniyor hem de. Mesela Gürcükapı’da gerçekleşen kentsel dönüşüm projesi.
Açılışı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum tarafından gerçekleşmişti. Büyükşehir Belediyesi tarafından ve ERKONUT vasıtası ile gerçekleşen bu dönüşüm projesi, on numara beş yıldız bir proje. Bu konuda herkes hemfikir. Özellikle tarihi Gürcükapı camiinin etrafının dönüşümüne okey vermeyecek bir Allahın kulu çıkmaz. Ama. Ama’sı var işin işte. Keşke diyeceğimiz bir yaşıyoruz şu an yine. Tıpkı bir çok projede olduğu gibi. Lafı uzatmak istemiyorum. Tamamlandığında modern bir çarşı alanı görüntüsüne karışacağına inandığım bu bölgede yapılan çalışmalar keşke yolu önceliğine alsaydı. Keşke Taşmağazalar ve Menderes Caddesi’nden gelip geçecek olan araçlar, daha geniş ve ferah bir yoldan geçecek olsalar. Proje gereğince yapı inşaatları o kadar yola yakın olmuş ki, yarın bu işlek ana yol keşmekeş olacak, o güzelim çarşı alanının güzelliğini, büyüsünü de bozacak. Yapıların önünde park edecek araçları da dikkate aldığımızda niye yola bu kadar yakın yapılaşmanın yapılacağını sormaktan edemiyorum. Henüz yol biraz daha yakınken bu işten vazgeçilsin, projede revizeye gidilsin. Gelin yapın bu işi. Yarın torunlarımız kullanmasınlar keşke’li cümleler. Bu benim son kararımdır.
İyilik Meleği Sibel Bozkurt’un ani ölümü yaktı, kavurdu bizi..
Beyaz ceketi kaldı yadigar…
Her ölüm erken ölümdür der Cemal Süreya. Sanırım birazdan tanıtacağım ve de göz açıp kapayıncaya kadar yitirdiğimiz ‘iyilik meleği’ Sibel Bozkurt’un ölümü de Cemal Süreya’nın dediği gibi oldu. Sibel Bozkurt bir Erzurum kızı. 54 yaşındaydı ve Şenkaya eşrafından Hüseyin Köycü’nün torunu bir sivil toplum gönüllüsüydü. Almanya’da yaşıyordu, 2 ay önce Erzurum’a gelmişti. Bir kız annesi Sibel Bozkurt, hiç yüzünden eksik olmayan güleçliği ile çevresine pozitif elektik vermesinin yanında Kızılay başta olmak üzere yardım kuruluşları vasıtası ile yardıma muhtaçlara maddi, manevi yardımları ile tanınıyordu. Babasından kalan maaşı Kızılay’a bağışlaması ile de tanınıyordu. Tanışamadığıma yandığım kişilerdendi. Kendisini tanıyamamıştım ama Dil Edebiyat Derneği Başkanı sevgili Murat Ertaş hocam sayesinde tanışmam an meselesiydi. Almanya’da yaşıyordu ve 2 aydır Erzurum’daydı. Burada şehri ile ilgili sosyo-ekonomi üzerinde bir kitap hazırlığına başlamıştı. Avrupa Kadın Dergisi ve Kanal Avrupa Türkiye Temsilciliği görevini de yürüten Sibel Bozkurt, Avrupa’daki Türkiye tanıtım grubu üyelerindendi, kalbi hem ülkesi ve şehri açan, özgüveni yüksek, mert bir yiğit dadaş kızıydı..
Hazırlığı içinde olduğu kitabın yazımı için Murat Ertaş hocamın başkanlığını yaptığı Dil Edebiyat Derneği’nin Ulucami yanındaki odası ona tahsis edilmişti. Anahtar da ona verilmişti ve derneğin bu odasını kendi ofisi gibi kullanıyordu. Öyle ki özel eşyaları dahi bu odadaydı. Sık sık yardım dağıtmak için köylere de giden Bozkurt, gittiği bir köyde tökezlenip düşmüş ve ayağı yaralanmış. Kanlar içinde kalan ayağını önemsememesine rağmen tanıdıklarının uyarısı üzerine hastaneye götürülmüş ve aldığımız bilgiye göre burada enfeksiyon kapmış. İlerleyen bir iki gün içerisinde kendisini iyi hissetmeyen Sibel Bozkurt hastaneye kaldırılmış ama artık çok geçmiş, kan kaybından hayatını kaybetmiş. Şok bir ölüm olmuş. Sevenleri adeta beyninden vurulmuşa dönmüş. İnanılası bir ölüm olmamış bu. Kan zehirlenmesi neticesinde öldüğü belirlenen bu iyilik meleği, kızının yaşadığı Kocaeli’ye götürülmüş ve burada toprağa verilmiş. Geriye ne kalmış derseniz. Dernek binasındaki sürekli giyindiği koltuğa dayalı beyaz ceketi, kitabını yazdığı laptopu ve okuduğu, okumakta olduğu kitapları ile diğer özel eşyaları olmuş. Çilingir vasıtası ile girdiğimiz oda ölüm sessizliğini andırıyordu ve eşyalarına dokunmak gelmiyordu içimizden. Herşey kalakalmıştı öylece. Allah rahmet eylesin, toprağı nur, mekanı cennet olsun inşallah..
Adı şadırvan,su akmıyor hiçbir yanından!
Birinci Sultan Mahmut tarafından 1873 yılında yaptırıldığı bilinen tarihi camilerimizden biridir Narmanlı camii. Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşıyan cami, asırlar geçmesine rağmen sağlamlığı ile bugün de dimdik ayakta duran eserlerdendir. Özellikle Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Ahmet Küçükler döneminde güzel bir dönüşüme uğrayan Narmanlı camii ve etrafı, özellikle cenaze namazlarında hınca hınç doluyor. Şehrin gözde alanlarından olan bu alanda bir de şadırvan var. Necati Güllülü’nün başkanlığı döneminde yaptırılan şadırvan, ne varki adı şadırvan. Musluklarından suların akmadığı bu şadırvan şu sıralar sadece aksesuar olarak duruyor orada. Binlerce kişinin uğrak yeri olan bu alandaki şadırvanın bu durumu Tebrizkapılı vatandaşları adeta kahrediyor. Musluklarının her birinden gürül gürül suların aktığı bir şadırvan görünümü istiyorlar sadece. Hiç ama hiç de haksız sayılmazlar sanırım. Sadece bilin değil, yetkilileri de uyandırayım istedim!
O seyir tepesinden ben de isterim!
Benim de birkaç defa gittiğimde araçla ya da yaya çıkıp çay içmişliğimin olduğu Trabzon’da Boztepe var. Adının boz olduğuna bakmayın, yeşili bol bir tepe aslında. Bakmayın Boztepe adının verilmesine. Her ne kadar irili ufaklı binalar inşa edilmiş olmasına rağmen boztepeden çok koruması gerçekleşmiş, yeşiltepeyi andırıyor. Şehrin turistik bir değeridir. Hakim bir tepede yeralan bu alan, hergün binlerce yerli ve yabancı turistin mekanı haline gelmiş, gözde merkezlerden olmuştur.
Aynı bir gözde turistik alan Kiremitlik Tabyası olabilir. Geçmişte özellikle Palandöken Belediyesi yönetimleri çok düşündü ama ya uygun bir proje bulamadılar, ya da Anıtlar Kurulu’na takıldılar. En son Büyükşehir Belediyesi’nin bu alanda bir devasa projesi vardı ama ekonomik sebeplerden dolayı gerçekleşmedi görünüyor. Bir-iki peyzajın dışında görünen o ki yine bir şey yapıldığı yok. Her ne kadar Erzurum’u kuşbaşı görecek bu alan sosyal donatıları ile seyir tepesi haline gelsin diyorum ama tarihi dokuya da zararı olmasın isterim. Kaş yaparken göz çıkartmamak gerek diye de düşünüyorum. Türkiye’nin tek atlama kulelerinin hem de yanında yeralan bir seyir terası çok şık ve güzel olurdu. Bu arada bu bölgenin turizme açılması konusunda sadece Büyükşehir Belediyesi’nin değil, Ticaret Odası’nın da dahli olması gerekir diye zannediyorum. Ticaret ve Sanayi Odası da üzerindeki ataleti bir kenara bırakıp, bu alan ile ilgili kafa yormalı ve Büyükşehir Belediyesi ile ittifak oluşturması gerektiğinin özellikle altını çiziyorum, nokta!
TUTTUĞUM BABA SÖZLER : Bazen insan öyle özlenir ki, özlenen bilse, yokluğundan utanır! (Aziz Nesin)
DUVARIN DİLİ : Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar!
Sadece ben değil, genelde hepimiz için geçerlidir. Keşkeleri, ama’ları çok sevmiyor olmama rağmen kullanıyoruz hayatımız boyu sürekli. Mutlu olmak için keşke’leri kullanmamamız öğütleniyor hem de. Mesela Gürcükapı’da gerçekleşen kentsel dönüşüm projesi.
Açılışı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum tarafından gerçekleşmişti. Büyükşehir Belediyesi tarafından ve ERKONUT vasıtası ile gerçekleşen bu dönüşüm projesi, on numara beş yıldız bir proje. Bu konuda herkes hemfikir. Özellikle tarihi Gürcükapı camiinin etrafının dönüşümüne okey vermeyecek bir Allahın kulu çıkmaz. Ama. Ama’sı var işin işte. Keşke diyeceğimiz bir yaşıyoruz şu an yine. Tıpkı bir çok projede olduğu gibi. Lafı uzatmak istemiyorum. Tamamlandığında modern bir çarşı alanı görüntüsüne karışacağına inandığım bu bölgede yapılan çalışmalar keşke yolu önceliğine alsaydı. Keşke Taşmağazalar ve Menderes Caddesi’nden gelip geçecek olan araçlar, daha geniş ve ferah bir yoldan geçecek olsalar. Proje gereğince yapı inşaatları o kadar yola yakın olmuş ki, yarın bu işlek ana yol keşmekeş olacak, o güzelim çarşı alanının güzelliğini, büyüsünü de bozacak. Yapıların önünde park edecek araçları da dikkate aldığımızda niye yola bu kadar yakın yapılaşmanın yapılacağını sormaktan edemiyorum. Henüz yol biraz daha yakınken bu işten vazgeçilsin, projede revizeye gidilsin. Gelin yapın bu işi. Yarın torunlarımız kullanmasınlar keşke’li cümleler. Bu benim son kararımdır.
İyilik Meleği Sibel Bozkurt’un ani ölümü yaktı, kavurdu bizi..
Beyaz ceketi kaldı yadigar…
Her ölüm erken ölümdür der Cemal Süreya. Sanırım birazdan tanıtacağım ve de göz açıp kapayıncaya kadar yitirdiğimiz ‘iyilik meleği’ Sibel Bozkurt’un ölümü de Cemal Süreya’nın dediği gibi oldu. Sibel Bozkurt bir Erzurum kızı. 54 yaşındaydı ve Şenkaya eşrafından Hüseyin Köycü’nün torunu bir sivil toplum gönüllüsüydü. Almanya’da yaşıyordu, 2 ay önce Erzurum’a gelmişti. Bir kız annesi Sibel Bozkurt, hiç yüzünden eksik olmayan güleçliği ile çevresine pozitif elektik vermesinin yanında Kızılay başta olmak üzere yardım kuruluşları vasıtası ile yardıma muhtaçlara maddi, manevi yardımları ile tanınıyordu. Babasından kalan maaşı Kızılay’a bağışlaması ile de tanınıyordu. Tanışamadığıma yandığım kişilerdendi. Kendisini tanıyamamıştım ama Dil Edebiyat Derneği Başkanı sevgili Murat Ertaş hocam sayesinde tanışmam an meselesiydi. Almanya’da yaşıyordu ve 2 aydır Erzurum’daydı. Burada şehri ile ilgili sosyo-ekonomi üzerinde bir kitap hazırlığına başlamıştı. Avrupa Kadın Dergisi ve Kanal Avrupa Türkiye Temsilciliği görevini de yürüten Sibel Bozkurt, Avrupa’daki Türkiye tanıtım grubu üyelerindendi, kalbi hem ülkesi ve şehri açan, özgüveni yüksek, mert bir yiğit dadaş kızıydı..
Hazırlığı içinde olduğu kitabın yazımı için Murat Ertaş hocamın başkanlığını yaptığı Dil Edebiyat Derneği’nin Ulucami yanındaki odası ona tahsis edilmişti. Anahtar da ona verilmişti ve derneğin bu odasını kendi ofisi gibi kullanıyordu. Öyle ki özel eşyaları dahi bu odadaydı. Sık sık yardım dağıtmak için köylere de giden Bozkurt, gittiği bir köyde tökezlenip düşmüş ve ayağı yaralanmış. Kanlar içinde kalan ayağını önemsememesine rağmen tanıdıklarının uyarısı üzerine hastaneye götürülmüş ve aldığımız bilgiye göre burada enfeksiyon kapmış. İlerleyen bir iki gün içerisinde kendisini iyi hissetmeyen Sibel Bozkurt hastaneye kaldırılmış ama artık çok geçmiş, kan kaybından hayatını kaybetmiş. Şok bir ölüm olmuş. Sevenleri adeta beyninden vurulmuşa dönmüş. İnanılası bir ölüm olmamış bu. Kan zehirlenmesi neticesinde öldüğü belirlenen bu iyilik meleği, kızının yaşadığı Kocaeli’ye götürülmüş ve burada toprağa verilmiş. Geriye ne kalmış derseniz. Dernek binasındaki sürekli giyindiği koltuğa dayalı beyaz ceketi, kitabını yazdığı laptopu ve okuduğu, okumakta olduğu kitapları ile diğer özel eşyaları olmuş. Çilingir vasıtası ile girdiğimiz oda ölüm sessizliğini andırıyordu ve eşyalarına dokunmak gelmiyordu içimizden. Herşey kalakalmıştı öylece. Allah rahmet eylesin, toprağı nur, mekanı cennet olsun inşallah..
Adı şadırvan,su akmıyor hiçbir yanından!
Birinci Sultan Mahmut tarafından 1873 yılında yaptırıldığı bilinen tarihi camilerimizden biridir Narmanlı camii. Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşıyan cami, asırlar geçmesine rağmen sağlamlığı ile bugün de dimdik ayakta duran eserlerdendir. Özellikle Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Ahmet Küçükler döneminde güzel bir dönüşüme uğrayan Narmanlı camii ve etrafı, özellikle cenaze namazlarında hınca hınç doluyor. Şehrin gözde alanlarından olan bu alanda bir de şadırvan var. Necati Güllülü’nün başkanlığı döneminde yaptırılan şadırvan, ne varki adı şadırvan. Musluklarından suların akmadığı bu şadırvan şu sıralar sadece aksesuar olarak duruyor orada. Binlerce kişinin uğrak yeri olan bu alandaki şadırvanın bu durumu Tebrizkapılı vatandaşları adeta kahrediyor. Musluklarının her birinden gürül gürül suların aktığı bir şadırvan görünümü istiyorlar sadece. Hiç ama hiç de haksız sayılmazlar sanırım. Sadece bilin değil, yetkilileri de uyandırayım istedim!
O seyir tepesinden ben de isterim!
Benim de birkaç defa gittiğimde araçla ya da yaya çıkıp çay içmişliğimin olduğu Trabzon’da Boztepe var. Adının boz olduğuna bakmayın, yeşili bol bir tepe aslında. Bakmayın Boztepe adının verilmesine. Her ne kadar irili ufaklı binalar inşa edilmiş olmasına rağmen boztepeden çok koruması gerçekleşmiş, yeşiltepeyi andırıyor. Şehrin turistik bir değeridir. Hakim bir tepede yeralan bu alan, hergün binlerce yerli ve yabancı turistin mekanı haline gelmiş, gözde merkezlerden olmuştur.
Aynı bir gözde turistik alan Kiremitlik Tabyası olabilir. Geçmişte özellikle Palandöken Belediyesi yönetimleri çok düşündü ama ya uygun bir proje bulamadılar, ya da Anıtlar Kurulu’na takıldılar. En son Büyükşehir Belediyesi’nin bu alanda bir devasa projesi vardı ama ekonomik sebeplerden dolayı gerçekleşmedi görünüyor. Bir-iki peyzajın dışında görünen o ki yine bir şey yapıldığı yok. Her ne kadar Erzurum’u kuşbaşı görecek bu alan sosyal donatıları ile seyir tepesi haline gelsin diyorum ama tarihi dokuya da zararı olmasın isterim. Kaş yaparken göz çıkartmamak gerek diye de düşünüyorum. Türkiye’nin tek atlama kulelerinin hem de yanında yeralan bir seyir terası çok şık ve güzel olurdu. Bu arada bu bölgenin turizme açılması konusunda sadece Büyükşehir Belediyesi’nin değil, Ticaret Odası’nın da dahli olması gerekir diye zannediyorum. Ticaret ve Sanayi Odası da üzerindeki ataleti bir kenara bırakıp, bu alan ile ilgili kafa yormalı ve Büyükşehir Belediyesi ile ittifak oluşturması gerektiğinin özellikle altını çiziyorum, nokta!
TUTTUĞUM BABA SÖZLER : Bazen insan öyle özlenir ki, özlenen bilse, yokluğundan utanır! (Aziz Nesin)
DUVARIN DİLİ : Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar!